Geçmişimizi yaratan, birçok acının sebebi ve bir türlü hakkın yerini bulamadığı bir konuya değinmek istiyorum bugün.
Bir türlü geçmişle hesaplaşılamayan o karanlık dosyalardan.
Faillerin gizlendiği, mağdurların ezilmeye ve mağdur edilmeye devam edildiği o utanç dosyalarından.
2019"un son günlerinde JİTEM davası karara bağlandı ve Mehmet Ağar dahil tüm sanıklar beraat etti.
JİTEM dosyası kamu nezdinde; 80"li, 90"lı yıllarda "devlet eliyle kaybedilenlerin" geç de olsa katillerinin ortaya çıkması, o dönem bu oluşumun insanlara yaşattıklarının hesabının sorulması ve uzun yıllar sonra da olsa hakkın yerini bulması amacıyla açılmıştı. Hayaller ve gerçekler maalesef yine birbirinden epey uzağa düşüyordu.
Beklenti devletin "kendi bazı evlatları"na katil demesiydi!
Ki bu mümkün değildi…
Bir süredir fikri birlik içinde olduğum kesimlerden JİTEM dosyasının beraatlerle, yani hiçbir sonuç elde edilemeden kapatılmış olmasına dair yaşadıkları hayal kırıklıklarını dinliyorum ve bu duruma şaşırıyorum doğrusu.
Yazıya devam ederken genç arkadaşlar için minik bir açılımı buraya bırakarak devam etmeyi de faydalı görüyorum;
JİTEM (Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele) nedir diye bir baktığımızda devlet eliyle kurulduğu yaşanan olaylar ve tutumlarla ispatlı ama hiçbir resmi kaydı olmayan "hayalet bir operasyon timi" dersek doğru özetlemiş oluruz sanıyorum.
Yani izi sürülemez, ispatı bulunamaz bir illegal yapı.
Daha doğrusu devletin izniyle enstrümanlarını ve ayrıcalıklarını kullanarak illegal faaliyetlerde bulunan bir yapı. İllegal faaliyetler de öyle hafif değil elbette; infazlar, keyfi gözaltıların işkencelere işkencelerin cesetleri dahi bulunamayan ölümlere dönüştüğü bir illegaliteden söz ediyoruz.
İspatlarımız; "yaşadıklarımız, mağdur ve muhataplarınca anlatılanlar, itirafçıların beyanları, ölenler-kalanlar, tutumlar, gizlenenler, gizlenemeyen ama inkâr edilenlerden ibaret" desek büyük bir hata yapmış olmayız sanıyorum.
Uzun yıllardır varlığı çeşitli muhataplarca iddia edilen ve elbette bir türlü ortaya çıkamayan "belgeleri" saymazsak bu yapının memleketin dört bir yanında "oluk oluk kan akıttığı" öne sürüldü -ki bu tabir de bize uzak değil- ama ortada belgesi, ortada ispatı yoktu!
Çünkü mesele sadece kollanmak, mesele sadece korunmaktan ibaretti…
Yazının başına dönecek olursak JİTEM davasından tüm sanıkların beraati kararı çıkmasının gerekçesi de "dosya içinde bulunan raporların yorum ve tahminlerden ibaret olması"ydı…
O dönemin derin devleti -belki hâlâ bir bölümü aktif- içinden JİTEM'i doğuran ve memlekete derin devlet algısını bir daha asla silinemeyecek şekilde kazıyan isimlerden belki de en "affedilemeyeni" dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'dı.
Mehmet Ağar birçok konunun kilit noktası olma niteliği taşıyordu ve beraati hayal kırıklığına neden olmuştu.
Oysa 2013 yılında "göstermelik" bir hapis süreci yaşamış ve tutukluluktan çok "asker uğurlama" törenlerini andıran milliyetçi bir gurur ve "memleket sevdalısı" vurgusu hakimdi o "teslim olma" görüntülerine.
Ve bizlere Mehmet Ağar'ı ve o yapıyı daha net tarifleyen bir örnek de olamazdı bana göre.
O süreçte yaşananları alt alta sıralayayım ben sizin için ki bazen bazı olaylarda mahkeme kararlarının bir anlam ifade etmediğini yeniden idrak edelim:
* Mehmet Ağar Susurluk davasında "cürüm işlemek ve silahlı teşekkül oluşturmak"tan 5 yıllık ceza almıştı, o günler ülkenin "geçmişiyle yüzleşme" günleriydi…
* Ağar'ın yatacağı cezaevi Aydın'ın Yenipazar ilçesindeydi. Yenipazar Belediye Başkanı CHP'li Yüsran Erden, "Mehmet Ağar'ı ilçelerinde ağırlamaktan onur duyduklarını" dile getirmişti. "Gerek Sayın Ağar, gerekse de Adalet Bakanlığı yetkilileri eğer sakin şehir olmasından dolayı ilçemizdeki cezaevini tercih ettiyse, hiç şüphesiz ilçemiz bundan fayda sağlayacaktır. Sayın Ağar'ın yakınları ve sevenlerinin ilçemize gelmesi ekonomik canlılık yaratacaktır. Biz de bundan mutlu oluruz" demişti…
* Belediye Başkanı haklıydı, şehir "sakinliğinden" ötürü seçilmişti. Mehmet Ağar bizzat Adalet Bakanlığı"ndan talep etmişti. "Ölüm tehditleri alıyorum" demişti, talebi yerine getirildi… Ağar ailesinin Bodrum"da evi vardı ve ziyaret kolaylığı adına da Aydın en uygun yerdi.
* Mehmet Ağar, Yenipazar K1 Tipi Kapalı Cezaevi'ne gitmeden önce cezaevi "boyama ve tadilat yapılacağı" gerekçesiyle boşaltılmıştı. 50 kişilik cezaevinde bulunan 42 mahkûm çevredeki başka cezaevlerine gönderildi. Ancak gönderilen bu mahkûmlar bir daha dönemedi, çünkü yapılan yeni tadilat ve düzenlemeler ile birlikte Ağar"ın tek başına kalması hedeflenmişti.
* Mehmet Ağar'ın yatacağı cezaevinin, teslim olmadan bir gün önce "memurluk" statüsünden "müdürlük" statüsüne çekildiği, bir de müdürün atandığı ortaya çıkmıştı.
* Mehmet Ağar teslim olmaya kalabalık bir konvoyla gelmişti ve mahkûmiyetiyle ilgili olayı bir "görev kusuru" olarak düşündüğünü söylemişti.
* Mehmet Ağar'ın cezaevine girmeden söyledikleri de gayet netti: "Devlete yardımı olacaksa bu süreci de bir görev olarak görüyorum. Önce Allah'tan, sonra devletten gelen bizim başımızın üzerinedir."
* Cezaevindeki mutfakta da tadilat nedeniyle yemek yapılamadığı, yemeklerin Aydın E Tipi Cezaevi'nden getirildiği yazılıp çizilmişti. Mehmet Ağar'a tercih hakkı sunulmasına rağmen dışarıdan yemek talep etmediği haber olmuştu.
* Cezaevi sürecinde Ağar'ın bakanlık ve emniyet müdürlüğü görevlerinde bulunduğu sırada yakın koruması olan bir polis memurunun da cezası olmamasına rağmen cezaevinde kaldığı iddiaları ortaya atılmış, ancak Adalet Bakanlığı bu iddiayı yalanlamıştı.
* Cezaevi sürecinde Mehmet Ağar'ın Yenipazar'daki camilerin halılarını tanıdığı işadamlarına rica ederek yenilettiği, tadilatını yaptırdığı, Lig TV kanallarını kaldığı koğuşa ve diğer koğuşlara bağlattığı -yalanlama gelmemişti- haberleri yayınlanıyordu.
* Mehmet Ağar gün ve saat kısıtlaması olmadan Türkiye'nin tanınmış kişilerinin ziyaret akınına uğradı. Hatırladığım isimleri şöyle bir düşündüğümde beni çok şaşırtan iş adamı Mustafa Koç ve gazeteci Hıncal Uluç olmuştu diyebilirim. Hatta Hıncal Uluç'un ziyaret çıkışında sarf ettiği, "Mehmet Ağar tam bir devlet adamı. Suskunluğuyla bunu bir kez daha kanıtladı" sözleri de dün gibi kulağımda.
Bu ziyaretlerin yanı sıra eski MİT Güvenlik Dairesi Başkan Yardımcısı emekli özel harekâtçı Korkut Eken"in ziyareti de adeta bir sahip çıkma niteliğindeydi.
* Mehmet Ağar "denetimli serbestlik" imkânından yararlanmış ve cezaevinde toplam 369 gün kalmıştı.
* Mehmet Ağar, tahliyesinden kısa bir süre sonra Yenipazar'ı ziyaret etti. Cezaevindeki arkadaşlarıyla görüştü, şehir berberine traş oldu. İlçede cuma namazı kıldı ve namaz çıkışında şehir meydanında ilçe halkına pide ikram etti.
Şimdi bu "cezaevi sürecine" baktığınızda siz ne görüyorsunuz bilmiyorum ama ben gayet net bir resim görüyorum; o da Mehmet Ağar'ın bir devlet adamı olduğu.
Devlet adamı derken anladınız işte siz beni, devletin öz evladı olanlardan.
Devlet kendisi için "fedakârlık" yapan öz evladını şefkatle sarar, sardı da!
Demek ki bu konudan belge, bu konudan mahkeme kararları beklemek saçmalık!
Ama vicdan mahkemelerimize bakalım, çünkü artık Türkiye'de sadece o kurum işliyor. -neyse ki hâlâ işliyor-
Biliyorsunuz Mehmet Ağar JİTEM davasında beraat kararından kısa bir süre sonra çıktı ve AK Parti'den ayrılıp yeni partilerle siyasete devam edecek olanları kastederek (Davutoğlu ve Babacan) "Sonuçları ağır olur" dedi.
Yine aynı Mehmet Ağar yine son seçim dönemecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı işaret ederek "Biz her zaman tüm desteklerimizle sizlerin yanındayız" demişti.
Yine aynı Mehmet Ağar'ın oğlu AK partiden vekil olmuştu. Yani diyeceğim o dur ki, bu dosya özelinde hayal kırıklığı gerçekçilikten uzak, büyük bir hayalciliğin eseridir.
Farklı bir beklentide olmak için memleketi, aktörlerini ve kişilik özelliklerini bilmemek gerekir.
Geçmişi yaşamamış, geçmişe dair tek bir soru sormamış olmak gerekir.
Veya bu konunun Danimarka'da geçiyor olması gerekir!
Sözün özü; devlet kendi evlatlarına toz kondurmaz.
Ama hiçbir devlet "evlatlarını" vicdan mahkemelerinden de koruyamaz.
Kaç dava düşse, kaç dava lehlerine sonuçlansa da fark etmez; memleketin vicdanında, memleketin yürek yangınında yerleri bellidir ve o yerde olmak insan olana en büyük cehennemdir.