Cumhurbaşkanlığı adaylarından, CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Türkiye’de bir değişim özlemi içinde olan seçmenleri heyecanlandırmış görünüyor. Adil olmayan kampanya koşullarına rağmen meydanlarda ve katılma imkânı bulduğu televizyon programlarında performansını giderek tırmandıran İnce, cumhurbaşkanlığı seçiminden zaferle ayrılamasa bile, geleneksel CHP kitlesinden taşırmakta olduğu heyecan dalgası sayesinde en azından partisinin liderliğini Kemal Kılıçdaroğlu’ndan devralma şansını epeyce yükseltmiş gibi duruyor.
Lakin Türkiye seçmeni AKP’nin bir siyasal iletişim tarzı olarak gündelik dile yerleştirdiği vülger anti-entelektüalizm çizgisindeki popülist yöntem ve tarza son yıllarda öylesine alıştı ki, kendisini iktidarınkinden ayrıştıracak bir muhalefet söyleminin bile böyle bir tarz üzerinde yükselmesini, oradan cevaplar türetmesini bekliyor, arzuluyor. İşte İnce tam bu noktada, CHP’yi seçkincilikten belki uzaklaştıran ama milliyetçi popülist dilden de vazgeçmeyen meydan okuma tarzıyla bu beklentileri karşılamaya, kendisini iktidarın karşısına bu şekilde bir “alternatif” olarak koymaya çalışıyor.
Buna AKP’nin de bir itirazı olmaz. Zira şu ana kadar işler -herhangi bir seçimdeki en temel arzusu, geçmişte de olduğu gibi, “CHP ile yarışmak” olan- AKP’nin kontrolünde gibi görünüyor. AKP, yarış böyle kurgulanırsa bunun zaferini peşinen ilan etmek anlamına geldiğini düşünegeldi hep. Bu nedenle Meral Akşener’in İyi Parti ile ilk günlerde yakaladığı çıkışın CHP’yi üçüncü parti konumuna itebilme ihtimali, AKP için de bir endişe sinyali olmuştur, sanıyorum.
Akşener’in performansını gölgede bırakacak güçlü bir aday, her ne kadar Kılıçdaroğlu’nun heyecanını yitirmiş CHP’sini ateşleyecek bir işlev görecek olsa da, muhafazakar kesimlere gözünü dikmiş görünmeyen bir adayla çekişmeyi tercih edecek AKP ortada büyük bir sorun görmez. Neticede CHP, AKP’nin cumhurbaşkanlığı yarışında “nasılsa birebirde ezer geçeriz” dediği bir parti.
Gerçekte öyle olacak mı, Erdoğan İnce’yi kolayca “ezip geçecek” mi, bunun cevabını öğrenebilmek için biraz daha zamanımız var. Şu aşamada tek söyleyebileceğimiz, İnce’nin yarattığı tüm heyecana ve yükselen performans grafiğine rağmen CHP’nin makus talihini kırabilecek bir açılım sergilemesinin çok da kolay olmadığı. Kolay olmayan bir başka husus da, babalanmalı vülger popülist dile alışmış seçmen karşısında toplumun tüm kesimlerini nezaketle kucaklayan demokrat bir yaklaşımı ve onlara manzarayı kolaycı indirgemelere yönelmeden bütünlüklü bir şekilde anlatabilen bir liderlik anlayışını ülkede ince ince yeniden örebilmek. Ne denli zorluk içerirse içersin, kendisini iktidar partisi ve onun liderinden ayrıştırma iddiasındaki bir parti ve adayının ufkuna böylesi demokrat yaklaşımı yerleştirebilmiş olması beklenir.
Diğer alanları tamamen bu yazının konusu dışında tutarak söyleyeyim; en azından Suriye meselesi ve Türkiye’nin bölgeye yönelik dış politikası bahsinde İnce’nin böyle bir yaklaşımı şu ana kadar hakkıyla sergileyemediğini düşünüyorum.
Tabii, Muharrem İnce bu konularda kendisini ve bütün düşündüklerini ifade etmesi için yeterince fırsat kucaklayamamış olabilir. Önümüzdeki günlerde bu eksiği giderecek olabilir, bilemiyorum. Ancak ben Suriye Savaşı ve bu savaşın bölgemizde tetiklediği kriz, ihtilaf ve düşmanlıkların tüm olumsuz sonuçlarıyla ülkemiz ufkundan temizlenmesini kolaylaştıracak bütünlüklü bir yaklaşımı Muharrem İnce’nin şu ana kadar ortaya koyamadığını düşünüyorum.
İnce, Türkiye’nin önündeki Suriye meselesine, yok yere ülkemizin başına bir sığınmacı krizi yaratmış tek boyutlu bir hadiseymiş gibi bakıyor sanki. Oysa Suriye meselesi Türkiye’nin stratejik tercihlerini uçtan uca gözden geçirmesine yol açmış, onu pek çok konuda yeni arayışlara itmiş ve hâlâ da iten ve son derece kompleks veçheleri olan bir mesele. Türkiye bu bahiste kendisini geleneksel “stratejik ittifak” tercihi olan NATO’daki müttefiklerinin karşısında konumlandırmaya kadar işi vardırmış, eski müttefiklerinin “eksen kayması” endişe ve eleştirilerine muhatap olmuş, yabancı ülke topraklarında proksi müttefikler ve “gözlem noktaları” oluşturmuş, bölgedeki epeyce bir kesimin düşmanlığına da maruz kalmış, en önemlisi Pakistanlaşma endişelerinin yükselmesine yol açmış, üstelik bu savaştan çıkışa işaret eden bir “exit” stratejisi de geliştirememiş izlenimi veren bir noktada.
Hal böyleyken, İnce ne zaman Suriye konusundaki dış politikamıza yönelik sorulara muhatap kalsa, meseleyi bu boyutlarıyla ele almak yerine, ülkemize sığınmış savaş mağduru mültecilerin Türkiye cumhuriyeti vatandaşlarından çaldığını iddia ettiği kaynak ve fırsatlara odaklanmayı, onlara “kapıyı göstermeyi” tercih ederek işin kolayına yöneliyor. Hatta bazen kantarın topuzu öylesine kaçıyor ki, bu konuda yapılan yorumlar milliyetçiliği de aşan, hatta yer yer ırkçılığa varacak bir ton bile taşıyabiliyor.
İnce, kendisini en son izlediğim canlı yanında da, düşüncelerini “4.5 milyon Suriyeli Türkiye’de yaşıyor. Bayram’da gidiyor 72 bin kişi, 1 hafta 10 gün kalıyor, sonra geri dönüyor. Eğer sen gidip 10 gün kalıp geri gelebiliyorsan kal orada devamlı. Ne diye geliyorsun, tatile mi geliyorsun? Demek ki şartların uygun. Gittikten sonra kapatırım kapıyı kalırsın. Burası aşevi mi? Benim ülkemin insanları işsiz,” şeklinde ifade etmeyi tercih ediyordu. Şimdi bazı sorularım var:
BİR) Her şeyden önce bu tür beyanları duyan biri, Suriye’den gelen düşük vasıflı işgücünün “başımıza bela” olduğunu ve ülke ekonomimizin buradan büyük zararla çıktığını, hatta bu kişilerin paraları alıp Şam Yönetimi’ne verdiğini falan zanneder. Oysa böyle bir yorum yapmadan önce, Suriyelilerin hangi işlerde ne koşullarla kaç paraya kimin için çalıştırıldığını, ortada adaletsizliği düşündüren bir yasa, uygulama veya bir sorun varsa, bunun kimlerin vahşiliğinin eseri olduğunu biraz soruşturmak gerekmez mi? Hele de kendini sosyal demokrat olarak tanımlayan birinden bu konuda daha adil, daha dengeli bir dil ve yaklaşım geliştirmesi beklenmez mi?
İKİ) Ülkeyi yeniden eski haline sokabilecek imar faaliyetleri için daha bir yıl önce Gayrısafi Yurtiçi Hasılasının (GSYİH) en az on katı tutarında bir finansmana ihtiyaç duyan, kimi uzmanlara göre de bu ihtiyacı 2020’ye kadar 1,3 trilyon dolara kadar çıkacak bir ülke Suriye. Unutmayalım, bu ihtiyacı kendi karşılayamasın diye petrol ve doğal gaz kuyularına el konulmuş, ekonomisi felce uğramış durumda. Bir savaşla Ortadoğu’nun en yoksul ülkesi haline getirilmiş bir coğrafyadan ve onun insanlarından söz ediyoruz! Eğer bahsedildiği gibi, bu ülkeden bize 4,5 milyon Suriyeli göç etmişse, bayramda memleketine gittiği söylenen 72 bin kişi toplam sığınmacıların ancak yüzde 1,5’u demektir. Suriyelilerin bu yüzde 1,5’luk kesiminin de bombardımanlarla yakılıp yıkılan memleketlerine ballı börek festivallerine katılmak için gitmediklerini bilmek durumunda değil miyiz?
ÜÇ) Ayrıca bu insanların büyük çoğunluğunun Türkiye’de “sığınmacı” statüsünde olduğunu hatırlayalım. Türkiye dünyadan kopuk bir ülke değil, uluslararası standartlara uygun etkin bir ulusal sığınma sistemi ortaya koymaya çalışan 1951 Sözleşmesi ve 1967 Protokolü’ne taraf olmuş bir ülke! 11 Nisan 2014’ten beri de “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” adıyla bir sığınma kanununa sahip. Bu kanunla kurulmuş Göç İdaresi Genel Müdürlüğü diye bir kurumumuz var. Türkiye’nin ulusal sığınma sisteminin temel dayanaklarını ortaya koyup politika oluşturmaktan ve Türkiye’deki tüm yabancılara ilişkin işlemlerden sorumlu olan… 22 Ekim 2014 tarihinden beri de, Türkiye’de geçici koruma sağlanan kişilerin hakları, yükümlülükleri ve bu kişilere ilişkin prosedürleri ortaya koyan bir Geçici Koruma Yönetmeliği’miz bulunuyor. Yani Türkiye’deki sığınmacı ve mültecilerin statüsü, “geleneksel Türk konukseverliğinin” ve “lütufkâr” yapımızın, “hoşgörümüzün” (!) değil, imza koyduğumuz uluslararası anlaşmaların konusu. Ayrıca AB ile yaşanan bütün ihtilaflara rağmen, Türkiye’deki mültecilerin ihtiyaçlarının önemli bir bölümü AB’nin Türkiye’deki Mülteciler için Mali Yardım Programı (FRIT) çerçevesinde taahhüt ettiği fonlardan karşılanıyor. Eğitime erişimden barınmaya, sağlık hizmetlerinden istihdama oldukça geniş bir alanda iyileşme hedefleyen programlar AB fonlarıyla finanse ediliyor. Eğer buralarda yeni bir ihtiyaç varsa, doğru olan tavır, birilerine “kapıyı” göstermeden önce, o ihtiyaca işaret etmekten ve bunun nasıl karşılanabileceğini düzgün bir şekilde tarif etmekten geçmez mi?
DÖRT) Evet, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNCHR) rakamlarına bakarsak, Türkiye, 2016 yılı sonunda art arda üçüncü yıl, dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke oldu. 3,5 milyondan fazla kayıtlı Suriyeli mültecinin bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ancak “sıfır sorun” diye yola çıkıp Ortadoğu’da kendisine “sıfır dost ülke” bırakan bir iktidarın dış politikasına alternatif olarak geliştirilecek bir politikanın, içerde ve dışarda yeni düşmanlıklara kapı aralayacak sorunlu bir yaklaşım ve dilden uzak tutulması ve önceliği barışın nasıl kalıcı hale getirileceği konusunu ayrıntılandırmaya vermesi gerekmez mi! Hele de bu insanları birer sığınmacı konumuna düşüren savaşın ateşine kimlerin zamanında nasıl odunlar taşıdığını ve bu trajik tabloda nasıl payları olduğunu pek çoğumuz gayet iyi bilirken…
Ayrıca, kendisini sosyal demokrat olarak tarif eden birinin, ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların içinde bulunduğu duruma hem sosyal hem de demokrat bir perspektiften bakarak, ortada eşitlikçi olmayan bir uygulama ve adaletsizlik varsa, bunu giderecek sosyal politikaların ihtiyacına ve içeriğine odaklanması daha doğru olmaz mı?
Unutmayalım, burası, “yerli ve milli” can yeleklerimizle yüzlerce mülteciyi Ege’de ölüme göndermeyi içimize sindirebildiğimiz, dokuz aylık hamile bir Suriyeli kadının (Mefta Emani) 10 aylık bebeğiyle birlikte başının taşla ezilerek katledildiği, Suriyelilere yönelik pek çok iğrenç yaklaşım ve saldırının da bu doza ulaşmadıkça gündeme bile gelemediği bir ülke. Bazen yerinde ve zamanında samimi bir utanç bile pek çok kilidi çözebilecekken bunu bile yapamamış bir coğrafya!
Sanırım, İnce bütünlüklü bir Suriye politikası geliştirme ve bu alanda popülizmin tuzaklarına düşmeyen özenli, demokrat bir dil sergileme bahsinde bundan daha iyisini yapabilir. Yoksa iktidarı ve muhalefetiyle hep beraber varacağımız nokta, daha Kürt Sorununu çözememişken kucağımızda bir de (Suriyeli) Arap Sorunu bulmak olacak!
twitter: @akdoganozkan