HUKUK OMBUDSMANI
Eğer bir ailede miras kavgası varsa, sorumlusu muhtemelen ölen kişinin bizatihi kendisidir. Sağlığında kendi becerisi ile sürdürdüğü dünyalığının, ölümünden sonra da tüm kara boşluklarıyla devam edeceğini düşünür.
Sevda Dedeman’ın da evinde elektrik, su ve doğalgazsız kalmasının nedeni benzer bir muğlaklıktan kaynaklanıyor.
Evliliğinin henüz birinci yılında beklenmedik şekilde hayatını kaybeden Murat Dedeman, bulunduğu çeşitli ortamlarda oturdukları evi eşi Sevda Dedeman’a vereceğini söylese de, resmiyete dökmeyi ihmal ettiği için, mülkiyet şirketin üzerinde kalmış.
Gazetelerde yer alan habere göre de, mirasçılar, Sevda Demirel’den oturduğu evi boşaltmasını istemiş, zorlamak için de elektrik, su ve doğalgaz sözleşmelerini iptal ettirmiş.
Sevda Dedeman dava açarak, ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ kapsamında, mağduriyetinin giderilmesine yönelik ‘korunma’ istemiş.
Gerçekten de, konut içinde yaşamın devam edebilmesi için eksikliği hayatı önemli ölçüde zorlaştıracak düzeyde önem taşıyan bu tür sözleşmelerin fesih edilmiş olması, dolaylı olarak yahut manevi açıdan ‘şiddet’ olarak değerlendirilmek mümkün gözükebilir.
Çünkü kanun, kadına karşı gösterilen şiddetin mutlaka fiziki olması gerekmediğini söyleyerek, ekonomik, psikolojik türü baskıların da ‘şiddet’ kapsamı içinde değerlendiriyor.
Ancak gözden kaçırılmış bir detay var:
Bu kanunun, şiddet karşısında koruma altına aldığı özne, bizatihi ‘kadın’ olarak gösterilmiş.
Oysa olayımızda (dolaylı olarak) şiddet kapsamında değerlendirilecek olsa da, Dedeman’ın yaşadıklarının temel nedeni ‘kadın’ olmasından değil, halen tapu üzerinde gözüken mal sahiplerinin mülkiyet hakkının kullanılmasından kaynaklanıyor.
Yan, mirasçıların yaptıkları elbette etik değil, ama hukuka aykırı da değil.
Bu nedenle olsa gerek, mahkeme de, elektrik, su ve doğalgazın kesilmiş olmasını, kadına yönelik şiddet kapsamında bir eylem olarak görmediğini açıklamış ve bu nedenle de korunma talebini ret etmiş.
Mahkemenin vurgusu önemli: Sevda Dedeman’ın yaşadığı mağduriyeti şiddet olarak görmediğini söylemiyor, iptal işlemlerinin ‘kadın olması nedeniyle’ yapılmış olmadığına işaret ediyor.
***
Ece Erken, Ocak ayı içinde silahlı saldırı sonucu eski BJK yöneticisi olan avukat eşi Şafak Mahmutyazıcıoğlu'nu kaybettikten sonra sürekli gündemde kaldı.
Eşinin şirketlerinin yakınları tarafından boşaltıldığını ve haksız icra takiplerine maruz kaldığını kamuoyuna duyurdu. Ve tam 3 ay sonrada sosyal medya üzerinden eşinin mirasını reddettiğini açıkladı.
Mirasın ret edilmesi konusu, kamuoyunda genellikle kulak dolgunluğu düzeyinde bilindiği için Ece Erken’in bu tercihinin neden kaynaklandığına veya hangi amaçla gerçekleştirdiğine pek anlam verilemedi. Bir kesim imalı göndermelerde bulunurken, hukuksal anlamından çok uzak yorumlayanlar da bulundu.
Oysa, bu ret kararından anlaşılması gereken, Ece Erken’in kocasının yakınları olarak söz ettiği kişilere karşı sürdürdüğü mücadeleyi kaybettiğiydi..
Bu nedenle, eşinin mirasını ret etmiş olmalıydı.
Yani kimse durup dururken, eşinden, babasından kalan mirası ret etmiyor.
Çünkü, mirasını ret edilmesi, genellikle vefat eden kişinin borçlarının, geride bıraktığı aktif mal varlığından fazla olduğu zaman kullanılıyor.
Bu hakkını kullanan kişi, vefat eden kişinin bıraktığı nakit para, araç, ev, arsa vb. oluşan mal varlığından mahrum oluyor ama, borçlarından da sorumlu olmaktan da kurtuluyor.
***
Sosyal medyada, Furkan Vakfı kurucusu Alparslan Kuytul’un Adana’da tutuklandığı halde, Ağrı’daki Patnos L Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilmesi eleştiri konusu oldu. Bu uygulamanın Kuytul özelinde, dolaylı cezalandırma olduğu öne sürüldü.
Tutuklu sanıkların, davasının görüldüğü şehrin dışında, hatta mümkün olduğu kadar uzak bir cezaevinde tutulmasına kim ve neden karar veriyor?
Öncelikle bu uygulamanın Kuytul’a özgü olmadığını, başka örneklerin de olduğu, en bilinenin ise hakkında devam eden davaların ağırlıklı olarak Diyarbakır ve Ankara görülmesine rağmen yıllardır Edirne L Tipi Cezaevi’nde tutulan Selahattin Demirtaş gösterilebilir.
Bu tür kararlar mahkemeler tarafından değil, Adalet Bakanlığı tarafından, davanın ve tutuklunun güvenliği gerekçe gösterilerek veriliyor.
Bu tür durumlarda, tutuklu sanıklar görüntülü ve sesli olarak (SEGBİS) duruşmalara katılıyorlar.
Konuyla ilgili olarak, Alparslan Kuytul’un avukatı Bilal İpek ile yaptığım görüşmede, müvekkillerinin tutuklandıktan sonra, önce Adana Kürkçüler Cezaevi’ne konulduğunu, saat 23.00 gibi de Patnos’a gönderildiğini doğruladı.
Av. İpek, bu tür uygulamaların temel hak ve hürriyetlere aykırı olduğunu, Kuytul’un daha önceki yargılamasında da Bolu Cezaevi’nde tutulduğunu, görülmekte olan davayla ilgili olarak da Adana’ya daha yakın bir şehre nakledilmesi için bakanlığa müracaatta bulunacaklarını söyledi.
***
Samsun Adliyesi’nde kadın faktörü (!) Hakim ve savcıların verdiği kararların eleştirildiği çeşitli örnekler var ama en ilginci galiba ‘şikayetvar.com’da yer aldı. Kendisini kısaca ‘Uğur’ olarak tanımlayan paylaşımcı, Samsun’daki yargılama sürecine dair eleştirisini, örneğine bugüne kadar hiç bir yerde rastlamadığımız bir iddia ile, ‘kadın tahakkümü’ üzerine kurmuş.
Aklıma takılan ilginç paylaşım aynen şöyleydi:
“Ben Samsun'dan Uğur. Size buradan sesleniyorum. Samsun'daki hakimlerin hele de aile mahkemesindeki hakimlerin %50' i sadece taraflı yani kadından yana olarak karar veriyor. İspatlı bir şekilde gösterebilirim. Hani eşitlik, hani kadın erkek eşitti. Avukatlar bile, kadın adliyeden içeri girince 1-0 önde başlar derken doğru söylüyorlarmış. Haklı olduğum halde beni suçlu bulan, 2 bayan hakimi şikayet etsem, kime edeceğim? 1 aile hakimini, 2 aile hakimine şikayet ediyorsun. Peki arkadaş olan hakimler birbirini suçlu çıkarır mı?”
Sahici hırsız - ‘ Bursa Millet Bahçesi’ yazısının ‘M’ harfini çaldığı için tutuklanan vatandaşın, 7 yıla kadar hapsi istendi. Avukatı, "Müvekkilimin hırsız olduğuna, mahkemeyi ikna etmeye çalışıyoruz” dedi.