Mali yıl başı 1 Ocak'a çekilmeden önce, vergilerin hemen hepsi mart ayında toplandığından, mart ayına dert ayı denirdi. Diplomaside de haziran ayına zirveler ayı demek mümkün. Birleşmiş Milletler haricinde uluslararası kuruluşların bir çoğu haziran ayında bir zirve yapıyor. Bu gelenek bu yıl da bozulmadı. Avrupa Birliği, G-7 ve NATO Haziran Ayının son haftası içerisinde arka arkaya Zirve toplantılarını düzenlediler. Her üç toplantının ana teması da beklenildiği üzere, Rusya'nın saldırısıyla başlayan Ukrayna savaşı oldu.
Zirve Maratonu, 23-24 Hazirandaki Avrupa Birliği Zirvesi'yle başladı. Türkiye AB'ye ilgisini o kadar kaybetmiş ki, Dışişleri Bakanlığının bir sayfalık açıklaması olmasa, kimsenin zirveden haberi olmayacaktı. Sağ olsun, AB de bizi sadece Yunanistan ile gerginlikler yaşandığında hatırlıyor. Zirve sonunda yayınlanan Konsey sonuçları bildirisinde, Sisi'nin Mısır'ına üç paragraf övgü yağdırılırken Türkiye ise iki cümleyle geçiştirilmiş. O da Doğu Akdeniz'deki faaliyetlerimize endişe belirtmek amacıyla.
Konsey sonuçlarına bu defa tepki gösteren sadece Türkiye olmadı. Dört ay gibi kısa bir sürede gerekli tüm süreçlerin tamamlanarak Ukrayna ve Moldova'ya aday ülke statüsü verilmesi, Türkiye'ye kıyasla çok daha az bir süredir kapıda bekletilen Batı Balkan ülkelerinin tepkisine yol açtı.
G-7 ülkelerinin liderleri de, 26-28 Haziran tarihlerinde Almanya'nın dönem başkanlığında Bavyera'daki Elmau Şatosunda bir araya geldiler. Almanya bu yıl misafir ülke statüsünde Hindistan, Arjantin, Senegal, Endonezya ve Güney Afrika'yı da Zirveye davet etti. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenkski de video konferansla bağlandı.Küresel ekonomi, gelişmekte olan ülkelerle ortaklık, dış politika ve güvenlik, dijital dönüşüm, sürdürülebilirlilik ve gıda güvenliği konularında yedi oturum halinde yapılan toplantılara yine Ukrayna-Rusya savaşının damga vurduğu anlaşılıyor. Çıkan mesaj ise, Ukrayna'ya yardıma, Rusya'ya ambargoya devam. Nihai bildiri de yükselen Çin ve İran'ın oluşturduğu nükleer tehdide ayrı paragraflar halinde yer verilmiş. Ayrıca yeni bir unsur olarak Paris İklim Sözleşmesinin uygulamasının güçlendirilmesi amacıyla hükümetler arası bir iklim kulübü kurulması kararlaştırılmış. Doğal gazın yok satmaya başladığı bir dönemde kömürden, nükleerden nasıl vazgeçilecek o da ayrı bir mesele.
Elmau Şatosundan gelen fotoğraflardan en fazla akılda kalanlar ise, liderlerin kravatsız, ceketsiz, kolları sıvanmış gömlekli fotoğrafları. Hele soydaşımız Boris'in bir fotoğrafı var ki evlere şenlik. Hiçbir zaman taramadığı dağınık saçlarına ek olarak bu kere kemer takmayı da unutmuş, gömlek dışarı fırlamış, pantolon düştü düşecek. Tanımasanız Başbakan demezsiniz.
29-30 Haziranda Madrid'de yapılan NATO Zirvesi ise birçok bakımdan tarihi nitelikteydi. İttifakın izlediği politikalara temel teşkil eden stratejik kavram belgesi, Lizbon'dan 10 yıl sonra, bu kere çok uzaklara gitmeden Madrid'de yenilendi. Daha önce işbirliği ortağı olarak görülen Rusya tehdit değerlendirmesinde ön sıralara yükseldi. Türkiye açısından, İsveç ve Finlandiya'nın üyelik müracaatları Zirvenin içeriğinin önüne geçti. Zirve'den bir gece önce, sorunun çözülmesiyle birlikte Zirve Türkiye için başlamadan bitti.
Türkiye, ilk kez 13 Mayısta veto kartını kullanacağının sinyalini verdiğinde, "itibar kaybediyoruz, Müttefiklerimizin yüzüne nasıl bakacağız, yandık bittik" deyip karalar bağlayanlar oldu.17 Mayısta bu köşedeki yazımda, " diplomaside pazarlığın nesi ayıp?" diye sormuştum. NATO Genel Sekreteri'nin deyişiyle son 10 yılın en büyük güvenlik krizi yoğun pazarlıklar sonucunda çözüldü. Hiç de ayıp olmadı.
Uzlaşının ufukta göründüğünün ipuçlarını, aslında Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Madrid'ten üç gün önce özel bir televizyon kanalında yayınlanan mülakatında vermişti. Zaten Devlet Başkanları düzeyinde yazım çalışması yapılmaz. Büyük bir olasılıkla Brüksel görüşmelerinde varılan mutabakat Madrid'de mühürlendi. Türkiye'ye" bonus" olarak bir de Biden görüşmesi verildi.
Türkiye, İsveç ve Finlandiya Dışişleri Bakanlarınca imzalanan üçlü muhtıra, Türkiye açısından önemli kazanımlar içeriyor. Tabiatıyla müzakere masasına oturduğunuzda, tüm istediklerinizi almanız mümkün olmaz. YPG/PYD ve FETÖ'nün terör örgütü olarak tanınması, hukuki bir konu olan İsveç vatandaşlığına geçmiş terör örgütü mensuplarının iadesi taleplerimizin karşılanamayacağı baştan belliydi. Gerçekçi olmak gerekirse İsveç ve Finlandiya, YPG/PYD'ye terör örgütü demeyi kabul etmeye hazır olsaydı bile, Amerika buna izin vermezdi. Muhtemelen tarafımızdan masaya pazarlık payı olarak sürülmüştür.
Üçlü mutabakatta ambargolar kaldırılmakla kalmamış, ileriye dönük uygulanması da belirli kriterlere bağlanmış. Terörizmle mücadelede işbirliğinin arttırılması için mümkün olabilecek en güçlü ifadeler kullanılmış. Ayrıca uygulamanın izlenmesi amacıyla bir mekanizma kurulmuş olması dikkatlerden kaçmıyor. Uzlaşının mümkün olmadığı yerlerde görülen yapıcı muğlaklıklar, bu işlerin piri İngilizlerin dokunuşlarını akla getiriyor.
Konsey sonuç bildirgesinin 18. paragrafında üçlü mutabakata atıf yapılarak bağlantı kurulmuş olması, üçlü mutabakata kalıcı bir nitelik kazandırılması açısından son derece yararlı olmuş. Kim düşündüyse aklına sağlık.
Müzakere süreci boyunca ABD Başkanı Biden ve Dışişleri Bakanı Blinken pek ortalıklarda görünmese de, Sullivan-Kalın kanalının telefon temaslarıyla bazen de Berlin'de olduğu gibi yüz yüze görüşmelerle işletildiği anlaşılıyor. Stoltenberg'in görev süresinin uzatılmış olması, Türkiye için gerçekten büyük bir şans. Bugüne kadar, "Türkiye'nin haklı güvenlik endişeleri karşılanmalıdır" diyen bir NATO Genel Sekreteri çıkmamıştı.
Şimdi önümüzdeki soru, İsveç ve Finlandiya üçlü mutabakattaki sözlerini yerine getirmezse ne olacak? Türkiye'nin elinde Parlamento'da onay kozu var. Ama bu veto tehdidiyle değil, oyalama taktiğiyle mümkün olabilir. Onun da bir sınırı var.
Bir ay önce Türkiye'nin itirazını tasvip etmeyenlerden şimdi, "Tarihi fırsat kaçtı, erken teslim olduk" diyenler var. Politika böyle bir şey olmalı.
28 Haziran akşamında imza törenine katılanların hepsinin asık yüz ifadeleri, adil bir uzlaşıya varıldığını gösteriyor. Müttefiklik ruhu da bunu gerektirmez mi?
Hasan Göğüş kimdir?Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep’te doğdu. 1976’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977’de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği’nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği’nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği’nde müsteşar, AGİT’te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı. Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü’nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından “Oranje- Nassau” nişanı ile ödüllendirildi.Büyükelçi olarak Türkiye’yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon’da temsil etti. 23 Ekim 2018’de Dışişleri Bakanlığı’ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24’te dış politika konusunda yazılar yazıyor. |