Siyaset farklı ideolojilerin, programların ve iktidar arayışlarının bir rekabet alanıdır. Bu rekabet demokrasilerde çoğunlukla barışçı yollardan ve rıza üreterek, otoriter rejimlerde ise çoğunlukla zor kullanarak, manipüle ederek ve tahakkümle gerçekleşir. Öte yandan, eğer bir ülkenin normal zamanlarda rakip olan siyasetçileri, ülkenin ortak geleceğinin tehlikeye girdiği olağanüstü durumlarda ülke çıkarları için bir masa etrafında bir araya gelemezlerse, o ülkenin gerçekten bir geleceği kalmayabilir.
Bu soruyu "şimdi, hemen ve kayıtsız şartsız değilse başka ne zaman?" şeklinde ikinci bir soruyla yanıtlamak da mümkün. Ülkemiz belki de Cumhuriyet tarihimizin en ağır ekonomik, toplumsal ve kültürel-ahlâki krizine göz göre göre (ama ülkenin iktidar güdümündeki medyası ve kurumları tarafından gözden saklanmaya çalışılarak) sürükleniyor.
Devleti yönetenler ne kadar farkında ve umursuyor, niyetleri ne, bu sorular ayrı bir araştırma ve yazı konusu olabilir; ama şu andaki davranışları maalesef kendi iktidarlarını her şeyden daha yaşamsal bulduklarını açıkça gösteriyor.
Yaşadığımız sorunların bugün en başta gelen nedeni yönetim sistemi. Her türlü denge, denetleme, istişare ve liyakat mekanizmasının felce uğradığı hem otoriter hem de çarpık bu yönetim sistemi nedeniyle, her gün birden çok "bu kadar da olmaz" dedirten yeni yolsuzluk, yanlış politika ve hukuksuzluk haberine uyanıyoruz.
Mevcut siyasal sistem ve dengeler değişmedikçe ne işsizlik, yoksulluk, Kovid ve dış borç gibi gittikçe ağırlaşan en acil sorunlara ne de eğitim, doğa ve tarih yağması, deprem, kuraklık ve etnik-bölgesel eşitsizlik gibi uzun vadeli sorunlara kalıcı çözüm bulmak mümkün.
Mevcut sistemde iktidar yaşamsal gördüğü kendi bekasını korumak için gittikçe otoriterleşmek, muhalefetin siyaset alanını daraltmak, hakikatleri çarpıtmak ve saklamak, her türlü kanunsuzluğa kapı aralayan ortaklıklarını sürdürmek zorunda. Tek tek muhalefet partilerinin ise hem topluma kendisini anlatma hem de politikaları etkileme yolları son derece kısıtlanmış. Mecliste verdikleri yüzlerce, çoğu topluma nefes aldırabilecek kanun tekliflerinin bir tanesi bile gündeme alınmamış, hükümete sordukları sorular yanıtlanmamış. Hiçbir partinin tek başına bu durumu değiştirmesi mümkün değil.
Bu durum sürdürülebilir de değil. Bu koşullar altında kendi kendini yönetme yetisine sahip herhangi bir toplumda siyasetin, derhal her türlü ayrılığını bir kenara bırakması gerekir: Acil maddi sorunları çözmek, kutuplaşmayı dizginlemek, yönetebilir ve yönetilebilir yeni bir sisteme geçmenin yolunu bulmak üzere bir masa ve ortak akıl etrafında toplanması beklenir. Tabii toplumun büyük çoğunluğunun da her şeyden önce bunu talep etmesi gerekir.
Bu tür bir durumla ilk karşılaşan ülke biz değiliz. Birçok ülkede demokrasinin inşası tam da benzer çöküşlerin sonucunda olmuş. Özellikle Türkiye gibi bölünmüş ve kutuplaşmış toplumlarda, başta muhalefet olmak üzere siyasal elitler ancak bu tür krizlerin sonunda, demokratik bir sisteme geçmekten başka alternatif olmadığını idrak edebilmiş. Demokrasiye geçişin bütün diğer maddi ve manevi amaçlarından daha öncelikli olduğunu, otoriterliğin ise en kötü senaryo olduğunu anladıkları zaman bir demokrasi ittifakında bir araya gelebilmiş.
Türkiye'de muhalefetin bu yönde çaba göstermediğini ve (başta Millet İttifakı, yerel yönetimlerdeki başarılar, diğer ittifak arayışları ve güçlendirilmiş parlamenter sistemde uzlaşması olmak üzere) ilerleme kaydetmediğini söylemek büyük haksızlık olur. Ama bu muhalefet henüz demokrasiye geçişi mümkün kılacak, tabandan gelen toplumsal desteğe sahip bir Demokrasi Bloğu oluşturabilmiş ve bir yol planında anlaşabilmiş değil.
Bu nasıl başarılabilir? Dünyadaki örnekler, karşılaştırmalı siyaset teorisi ve akıl bu konuda çok da fazla alternatif olmadığını gösteriyor. Özetle siyasetin önünde şu alternatifler var:
Bu senaryonun itici gücü "halka gitmek" ve çözümü halkın hakemliğinde aramak. Partiler seçime kendi başlarına veya seçim ittifaklarıyla girerler. Kendi başlarına veya kurdukları ittifaklarla seçim sonrası hangi sistemi –örneğin güçlendirilmiş parlamenter sistem– hangi yol planıyla kurmayı vaat ettiklerini kendi aralarında protokoller yaparak belirlerler. Halka da ayrıntısıyla anlatırlar. Bu bağlamda CB adaylarının kim olduğunu veya bu kişiyi nasıl saptayacaklarını ve seçilirse bu cumhurbaşkanının geçiş döneminde nasıl bir rol oynayacağını anlatırlar.
Sonrasında seçimler yapılır ve halk kimlere ve hangi projeye yetkiyi vereceğini oylarıyla belirler.
Sistemi yeniden kurgulayacak –örneğin kısmi veya tümden bir anayasa değişikliğiyle– masa da seçim sonrası oluşacak dengelere göre yani seçmen iradesi doğrultusunda kurulur.
Bu açıdan en olumlu seçim sonucu, muhalefetin hem CB makamını hem de mecliste anayasayı değiştirmeye yeten beşte üç çoğunluğu kazanması olur. Bu durumda muhalefet ilk etapta rahatlıkla parlamenter rejime geçişi gerçekleştirir. Bu arada ekonomik krizi aşmak için gerekli acil önlemleri de alır. Daha sonra da daha kapsamlı yeni bir anayasa yapımına girişerek "güçlendirilmiş (yani YÖK, seçim kanunu ve siyasi partiler yasasından yerel yönetimlere kadar yapılan reformlarla demokratikleştirilmiş)" parlamenter bir sistemi tesis eder.
Muhalefet mecliste beşte üç çoğunluğu yakalayamaz ise, üç olasılık ortaya çıkar.
Birinci olasılık, Cumhur İttifakı'nın CB seçimlerini kazanması, muhalefetin ise mecliste salt çoğunluğu kazanması ama anayasayı değiştirebilecek beşte üç çoğunluğu yakalayamamasıdır. Bu durumun muhtemel sonucu, Cumhur İttifakı destekli CB yönetimi ile meclis arasında yoğun bir güç mücadelesi yaşanması olur. CB'nın elindeki yetkilerin de dışına çıkarak ülkeyi tek elden daha da otoriterleştirmeye yönelmesi olasılığı yüksektir.
Yeni bir seçimle dengeler değişmediği sürece, bu durumda ne acil ekonomik sorunlara çözüm bulunması ne de demokratikleşmenin gerçekleşmesi kolay olur. Ancak yönetebilmek için bir uzlaşma gereği ortaya çıkacağı için belli konularda muhalefetle CB arasında bir işbirliği pratiğinin oluşması ihtimali de az da olsa vardır.
İkinci ve üçüncü olasılıklar ise muhalefetin CB seçimlerini ve mecliste çoğunluğu kazanması hâlinde gerçekleşebilir. İkinci olasılıkta, muhalefetin AKP'nin desteği olmadan anayasa değişikliği yapacak sandalyeye sahip olmaması, her iki taraf için de uzlaşmayı teşvik eder ve "çok taraflı bir demokratikleşme" imkânı sunabilir. Eğer her iki taraf da bu yönde hareket ederse, örneğin ilk etapta 2013 yılındaki Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda tüm partilerin anlaştığı birçok anayasa değişikliği yapılabilir. Parlamenter sisteme geçişte anlaşılması da imkân dahilinde olur.
İşbirliğinin gerçekleşemediği üçüncü olasılıkta ise, demokrasi bloğunu oluşturan partiler "tek taraflı bir demokratikleşme" yolunu takip eder. Kanunlar ve CB kararnameleriyle mümkün olduğu ölçüde daha denetlenebilir ve yönetebilir bir sisteme geçer. Kara delikleri kapatıp ekonomiyi düze çıkardıktan sonra da daha kapsamlı yeni bir sistem ve anayasa vaadiyle yeniden seçimlere gider.
Seçimden önce muhalefet partilerinin tüm bu olasılıkları ve yapacaklarını protokollerle belirlemesi ve kamuoyuna açıklaması gerekir.
Bu senaryonun avantajı:
(Eğer seçime girecek ittifakların sayısı kısıtlı olur ve seçim sonuçları halkın tercihi konusunda net bir mesaj ortaya çıkarırsa) kurulacak sistemin güçlü bir meşruiyete ve halk desteğine sahip olacak olmasıdır.
Bu senaryonun dezavantajları ise şunlar:
Türkiye acil mali ve sosyoekonomik sorunlarını çözmeden bir kutuplaştırıcı seçime daha gitmiş olur. Sorunların çözümü daha da ertelenebilir. Seçimler sırasında muhalefet partilerinin aralarında yaptıkları protokollere rağmen birbiriyle rekabet etmesi ve bölünmesi ihtimali vardır. Özellikle HDP konusu iktidar tarafından mutlaka manipüle edilecektir.
İktidarın muhalefeti bölmek için doğrudan veya dolaylı yeni partiler kurdurup desteklemesi dünyada sık uygulanan bir yöntemdir. 2015 Haziran seçimleri sonrasında olduğuna benzer karanlık güçler ortaya çıkabilir.
Mevcut demokratik olmayan kurumsal ortamda yapılan seçimler şaibeli olabilir ve bu yeni iktidarın meşruiyetini baştan zayıflatır. Gerçekten şaibeli olmasa bile bir tarafın buna inanması bu sorunun ortaya çıkması için yeterli olur. Öte yandan, seçim sisteminde yapacağı değişikliklerle iktidar muhalefetin kazanmasını önceden çok zorlaştırabilir, ki bu çabaları şimdiden gözlemliyoruz.
Muhalefetin eşitsiz koşullarda yarıştığı seçimi Cumhur İttifakı kazanabilir. Veya Cumhurbaşkanlığını muhalefet kazanır fakat Cumhur İttifakı mecliste çoğunluğu kazanabilir. Yukarıda tartıştığım gibi tersi de olabilir. Her durumda da halkın hangi projeye ve gelecek projesine yetki verdiği sorusunun yanıtı muğlak kalabilir. Yeni CB ve meclis çoğunluğu uzlaşamazsa demokratik ve işleyen bir sistemi inşa edecek reformlar yapılamaz. Ekonomik ve diğer sorunlar da çözülemez.
Son olarak, seçimi muhalefet kazandığında, AKP döneminde partizanlaşmış bürokrasiden dirençle karşılaşabilir. Bu durumda yönetim sistemini yeniden inşa etmek ve acil sorunları çözmek yerine rövanşizme odaklanma tehlikesi vardır ve bundan dolayı vakit ve destek kaybedebilir.
Bu senaryoda partiler seçim öncesinde kısıtlı bir gündemle, bir önceki senaryonun bazı dezavantajlarını bertaraf etmek için bir "öncü masa"da bir araya gelirler. Bu senaryonun gerçekleşebilmesi için bu masaya iktidarın (Cumhur İttifakı olarak veya sadece AKP) da katılması gerekir.
Örneğin seçimin adil ve özgür gerçekleşmesi için (RTÜK ve YSK düzenlemeleri, toplantı ve gösteri hakkına saygı duyulması gibi) gerekli asgari düzenlemelerde, ve seçim sonrası rövanşizm olmaması için gerekli güvencelerde anlaşırlar. Seçimlerden önce alınması gereken bazı acil ekonomik önlemlerde de anlaşabilirler.
Sonra yine seçimlere yani halka gidilir.
Bu senaryonun bir öncekine göre avantajı, iktidarı da kapsayan kısmi bir uzlaşma içerdiği için, seçimlerin adil ve özgür koşullarda gerçekleşme ihtimalini artırmasıdır. Yine aynı nedenlerle, seçim sonrası ortaya çıkacak yukarıda tartıştığım değişik siyasal denklemlerde, AKP ile demokrasi bloğu arasında uzlaşma olasılığını artıracaktır.
Dezavantajı ise, bunun bazı muhalefet seçmenlerinin gözünde, otoriter CB yönetimiyle uzlaşma ve taviz (kooptasyon) olarak algılanabilecek olmasıdır.
Diğer üç senaryoyu ve demokrasiye geçiş için kritik diğer konuları ise yarınki yazıda tartışalım.