Battal boy bir erguvan Boğaz'daYanında bir keçi gözleri sürmeliKulaklıkları boynuzlarında eğretiKalben dinliyor kalbinde kalb pili
Islık çalarak yürüyorum Bebek'ten Hisar'a doğru, bir yandan da kafiye düşürüyorum sessizce. Yanlış hatırladığım bir dörtlüğün dizelerinden yürütmece. Eski bir poyraz esiyor. Mevsim palamuttan lüfere dönmüş. Dün gece Paris'teydim. 1925 yılı, Pierre Galerisi'nde ilk sürrealist sergiyi gezmiştim. Miro'yla sohbet ettik epey, İspanyolca. Uzun zamandır böyle; zamanda sıçrama yapabiliyorum. Aynı anda iki yerde bulunmam da mümkün. Sorun gideceğim yeri ve döneceğim zamanı seçememem. Kendi içinde bir algoritması var yine de, sanki benim arzularıma paralel.
Dün akşam şarabı fazla kaçırmıştık. Sabah ama, kendimi bulduğum deniz kenarında dipçik gibiydim. Geceden kalma bir şiir tüttürdüm. Bu iş ilk başıma geldiğinde, kafayı üşüttüğümü düşünmüştüm. Rüya gördüğümü, sonra da rüyayı gerçek sandığımı. Bir rüyamda, rüya gören adam, rüyasında doktora gidiyordu, rüyalarıyla ilgili sıkıntılarını anlatmak için. Ben de doktora gitmeye niyetlendim. Ama psikiyatristler tehlikelidir, beyin cerrahlarından bile tehlikelidir. Beyin ameliyatı olurum daha iyi, kafatasımın kesilmesi ruhumun kesilmesinden evladır diye düşünüp gidip emar çektirdim. Beynim temiz çıktı.
Zamanla alıştım, insan neye alışmıyor ki. Ansiklopedi gibi yaşıyorum hayatı. Bir gün Magellan'ın gemisinde tayfayım, başka gün Selimiye inşaatında Mimar Sinan'ın kalfası. Afrika'ya gidip ilk insanlarla mağarada bile yaşadım bir seferinde. Ne ölüyorum, ne de öldürülüyorum. Varım ama aynı zamanda da yoğum. Kanlı canlı bir insanım, ama öyle de olsa bir gölgeden fazlası değilim.
Hayal gücüm hep kuvvetliydi ve en büyük eğlencem de hayal kurmak. Ama böyle filmin içinde olup filmi çekilirken seyretmek başka bir şey. Yaşantılarımı hiç kimseyle paylaşmak istemiyordum. Açıkcası bu durumdan memnundum ve nazar değer diye de korkuyordum. Bana göre insan beyni yeryüzünde en az bilinen yapı. Hakkında bildiklerimiz kırıntı düzeyinde. Alelade bir telefonla bile dünyanın bir ucundan öbür ucuna konuşabiliyorsun. İnsan beyninin kapasitesi bundan çok daha fazla olmalı. Telekinezi, telepati hiç de olmayacak şeyler gibi gelmiyor bana. Bir gün nörolog bir arkadaşıma yaşadıklarımdan söz edecek oldum. Sen nöbet geçiriyorsun dedi. Acilen beyin dalgalarımın kaydını yaptırmam gerekiyormuş. Ben de kaçmaya karar verdim insanlardan, bir köy evi alıp tavuklarım, köpeğim, kedilerim orada yaşayacağım.
Bugünlerde sürrealist hareketin ortasındayım. Geçen gün de kendimi "Bir Endülüs Köpeği" filminin setinde buldum. Dali, Bunuel'e rüyasında gördüğü avucundaki karıncalardan bahsediyordu ve sonra Bunuel usturayla kesilen bir kadının gözünden söz etti ve bana seslendi "gidip bir ustura satın al bir de ustra bileyecek deri kayış." Önceden "Bir Endülüs Köpeği" filminden haberdar değildim. Dönünce internetten araştırdım. Çaktırmadan sanat tarihine tanıklık etmişim.
Evde yüzümü yıkamak isterken Dali'nin rüyasında gördüğü avucundaki karıncalar, lavaboda el şeklindeki sabunluğun üzerinde dolaşıyordu ve açtığım kitabın ilk cümlesi de "Mesnevi'nin dördüncü cildinde Mevlana, müsveddelerin üzerinde yürüyen karıncanın hikâyesini anlatmıştı" oldu. Bunun üzerine traş olmamaya karar verdim, gözümün ustrayla kesilmesini istemiyordum.
Biraz yürüdüm. Başka bir zamana düşmüşüm, üşümemden anladım. St Petersburg'ta ilk kar düşmüştü caddelere. Yaşlı bir kadın kaldırımda eskilerini satıyordu. Muhtemelen ölmüş kocasının paltosuydu, koyu lacivert kalın bir palto, satın aldım. Kokuşkin Köprüsü'nden geçip 104 numaralı binaya girdim. Merdivenlerden yukarıya boz bir tavşanla beraber çıktık. Benim yaşantılarımda hiç beyaz tavşan olmuyor, hep boz tavşanlar var. Bir de ben onları değil onlar beni takip ediyorlar. Ben gittiğim yerlere gerçekten gidiyor muyum, fiziki varlığımın değil de, beynimin seyahatleri mi bunlar? Geçen seyahatlerden birinde sıcak kahve döküldü elime. O anda elim yanmadı, ama bizim zamanımıza döndüğümde elimin üstü kabarmıştı. Üçüncü katta 74 numaralı kapıyı çalacakken telaşla Dostoyevski indi merdivenlerden ve ben kendimi İspanya'da bir plajda buldum.
Akdeniz'in beyaz dalgaları kumları okşarken Helena isimli bir Rus kadınla elele yürüyorduk plajda. 17 yaşındayken o da Hasan Abi'nin halası gibi Davos'ta verem tedavisi görmüş ve orada tanıştığı genç adam, sonra ilk kocası, ünlü bir şair olmuş. Belki bir gün ben de Davos'ta verem tedavisi görürüm. Kadının ikinci kocası bizi izliyordu karşıki pencereden. Biz kadınla sevişecektik az sonra ve kadının kocası karısının resmini yapacaktı çırılçıplak gökyüzünden süzülen panterlerle birlikte ve kadınla kocası hiçbir zaman, hiçbir kıtada asla sevişmeyeceklerdi. Derken yağmur başladı, yağmur damlaları rengarenkti. Yeryüzünü ve boz tavşanı boyamaya başladı yağmur. Önce eriyen saatlerin yanından geçtim, sonra Bunuel'in filminin sonlarında bir adam kadına kolundaki saati gösterdi.
Bizim zamanımıza geri döndüm. Tam değil ama, 20 yıl falan öncesinin İstanbuluna. Mevsim yine palamuttan lüfere dönmüştü ve henüz tazeliğini koruyan poyraz titretiyordu elektrik tellerini. Kadir Abi balık pazarından iki lüferi gazete kâğıdına sardırmış getirdi, taze olduğunu anlamam için solungaçlarını gösterdi sonra da mutfağa yolladı. "Gerçek nedir ki" dedi karşımda oturan hiç kimse. Ben ona bir kadeh rakı doldurdum. "Sen kim olduğunu biliyor musun?". "Henüz yazılmamış bir romandan bir cümle bu" dedim. "Yazılmış ve yazılacak her romanda geçen bir cümle" dedi.
Dışarda oturuyorduk, biri sarman, diğeri tekir iki İstanbul kedisi geçti sallanarak. Yıllar sonra insan formunda rastlayacaktım onlara yeniden.
Kadraja Hikmet Abi girdi. Siyah beyaz bir film var sinemada dedi. Sinema emekti. Hem küçük harfle, hem de büyük harfle. "Öncesinde Luis Bunuel'in senaryosunu Salvador Dali'yle yazdıkları 'Bir Endülüs Köpeği' gösterilecek." diye ekledi. Lüferleri yiyemeden çıktık meyhaneden aceleyle. Küçük Beyoğlu'ndan dolaşıp sinemaya doğru yürüdük. "Ben Salvador Dali'nin karısı Gala'yla seviştim Hikmet Abi" dedim. Durdu, yanakları kırmızı, kalbi gökkuşağı rengindeydi. "Ben her gece sevişiyorum, 9:45 matinesi başladıktan hemen sonra "dedi. "Sen de mi zaman yolcususun" diye sordum. Yine gülümsedi kırmızı yanaklarıyla. "Ben sinemanın ve yanılsamaların yolcusuyum. Sen benim zamanıma geldin zannediyorsun ya şimdi, aslında ben senin zamanına geldim". "Ama Emek yıkıldı" dedim. Bu sefer gülmedi, ciddileşti. "Emek dedi Anka Kuşudur". Cebinden açıla açıla küçülmüş bir kurşun kalem çıkardı. Kadir Abi'nin dükkanından cebine attığı peçetenin üzerine bir şeyler çiziktirdi. Sokak lambasının loş ışığında peçete ıslanmasın diye montumun kuytusunda okumaya çalıştım:
Bir gece Nevizade'de bir keçi, gözleri sürmeliSakalına yansımış battal boy bir manolyanın gölgesiHikmetinden sual olunmaz bir sinemanın perdesiBir açılır bir kapanır, bozulmuş çarkının dişleri
S O N
Talat Kırış kimdir? Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı. 1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu. 2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı. Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı. Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor. Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı. Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı. Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı. Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor. |